Normal view MARC view ISBD view

Ali'nin Koçosu / Serhan Ada

Publisher: Milli Reasürans Sanat Galerisi Subject(s): Serhan AdaGeneral note: 7 Haziran - 31 Ağustos 2012General note: Burcu Aksoy, Can Altay, Ani Çelik Arevyan, Arif Aşçı, Banu Cennetoğlu, Orhan Cem Çetin, Zekâi Demir, Cemal Emden, Hasan Deniz, Ahmet Elhan, Murat Germen, Ara Güler, Sıtkı Kösemen, Nevzat Sayın, Ahmet Sel, Serkan Taycan, Nazif Topçuoğlu, Özcan Yurdalan,General note: Bu serginin de bir hikâyesi ve hatta bir de tarihi var. En başından adımlayarak yazılabilir. Hikâyeyi bilmek sergiyi görene ne kazandırır? Bilginin fazlası, anlamak için tombul bir minder olmaktan başka işe yaramaz. Ortada duran şeye, rahat, biraz da gereğinden fazla yüksek bir konumdan bakmak, bakanı anlamaya götürmez. O halde, bu serginin yolu üzerindeki bazı kelimeleri, hem de ortaya geliş sıralarıyla biraz daha belirgin kılmak, belki merak edene parola işlevi görebilir. Kaldı ki kelimenin kendisi de düpedüz bir parola değil mi? Davet. En yalın halinde boşluğa yapılan bir çağrı. Bazen günü, saati, hatta çağrılanın adı, duada olduğu gibi, açıkça belirtilse de, davet aslında bir bekleyişin adı. Karanlıkta yakılan bir ışık. Sessizliğin ortasında bir çığlık. Kalbin kendini apansız ortaya koyması. Ali’ye, yıllarca aradan sonra kameranı yeniden bir şeye doğrultsan dediğimizde, önce “Haydarpaşa Garı’nın oradaki balon” cevabını verdi. Ama balonun yüksekliği artık bir yer olarak hayatımızdan çıkmaya hükümlü garı görmeye yetmiyordu. Gar, belki yeni haliyle ve hatta muhtemelen eski adını da koruyarak yeni türden bir mekân olarak yeniden “yapılır”. Lâkin Haydarpaşa Garı bu ikinci hayatında bir “yer” olmaktan çıkacak. Yer yapılamaz, yer “olur”. Ali’nin ikinci tercihi Koço oldu. Hiçbir ek açıklama yapmaksızın. Uzaktaki ışığı iğne deliğinden gördü. Aklına yapılan davete karşılıksız uydu ve yeni bir davet çıkardı. Ne Koço’ya, oradaki bir ayrıntıya dair bir şey dedi, ne de bu işe katılsın istediği bir fotoğrafçının adını andı. Açık davete açık davetle geldi. Ziyafet. Bekleyenin, davet sahibinin hazırladığı. Misafirperverlikle aynı evde oturuyor. Kalbin açılabildiği kadar cömert. Sefere çıkana, yolcuya açık kalple sunulan her şey ziyafet. İçinde yemek olmasa, tek ekmeğin paylaşılması olsa da ziyafet, gelene açılıveren bir sofra. Aralık kapının ardına kadar açılması, uzaktaki ışığın yakın aydınlığı. Ali’nin davetine tereddütsüz evet dediler. Hem de ellerinde birer fotoğrafla ziyafetine katıldılar. Ali’nin hiç düşünmeden yaptığı çağrı sonunda hepimiz için bir şölene döndü. Ama burada bitmiyor. Bu serginin oluşu(mu) başka parolaları, bir türlü peşimizi bırakmayan insanın derin vadilerine dair muammayı capcanlı tutmaya yetiyor. Gözler. Onlarla dünyaya dair ne yapılabilir? Alışkanlıkla her şey ya da çok şey demek mümkün. Gülünebilir, ağlanabilir, söylenebilir onlarla . Pekalâ kelimeler de yapılabilir. Onlarca insana meram anlatılabilir. Tonlarla kelimeyle. Biri “kalem tutar”yazar ha yazarken, diğeri el sıkmaya, karşılamaya, bir kapak hareketiyle güzel şeyleri karşılamaya durur. Hakkında bilinenleri unutturur, iki tek göz bir koca beden olur . Beyin. En vurgun yemiş haliyle yaralarını yalayarak sağa sola buyruklar yollayan. En çok bilindiği, “çözüldüğü” sanılan anda en yabancı. Bütün metaforları üzerinden attıktan sonra bile çıplak kalmayan o mikrokozmos, akılla ruhun gel-gitine dayanan gri kale. Ebedi bilinmeyen. Hayaller. Görülüp bilinenlerle kurulup yapılanların zamansız ve kırılgan dansı. Hiçbir kurmacaya/yanılsamaya geçemeyen, ayık anların tahammül sınırlarının berisinde kalmasını sağlayan senaryo. İlk andan sonuncusuna dek bir gönül sermayesi. Şeylerle bağımız iyice zayıfladığında dahi, hayaller durdukları yerde belki de en çılgın gösterilerini yapıyor ve kendi eserini seyre dalan kifayetsiz kurgucu-seyirci koltuğuna oturtuyorlar bizi. Hasret. Yokluğun duyularını bozulmadan taşıyan. Onca zaman, boşluğu doldurmadan, yokluğu gidermeden üstünün örtülmeden kalmasını mümkün kılan o yoğun, yırtılmaz tül. Tüm iç vaktin değişmez eşlikçisi. Eller. Şeylerin mesafeli duruşunda, aklın tüm diğer gerçek çocukları kendilerine içaçıcı bir oyun alanı bulabiliyorsa eğer, eller saygı ve tevekkülle toprağa dönük durabilir. ...General note: Milli Reasürans Art Gallery
Tags from this library: No tags from this library for this title.
    average rating: 0.0 (0 votes)
Item type Current location Home library Call number Status Date due Barcode
Catalogue 5.ve 6.Kat
5. ve 6. Kat
Arter Kütüphanesi
ARS6 6 (Browse shelf) Available 300262

7 Haziran - 31 Ağustos 2012

Burcu Aksoy, Can Altay, Ani Çelik Arevyan, Arif Aşçı, Banu Cennetoğlu, Orhan Cem Çetin, Zekâi Demir, Cemal Emden, Hasan Deniz, Ahmet Elhan, Murat Germen, Ara Güler, Sıtkı Kösemen, Nevzat Sayın, Ahmet Sel, Serkan Taycan, Nazif Topçuoğlu, Özcan Yurdalan,

Bu serginin de bir hikâyesi ve hatta bir de tarihi var. En başından adımlayarak yazılabilir. Hikâyeyi bilmek sergiyi görene ne kazandırır? Bilginin fazlası, anlamak için tombul bir minder olmaktan başka işe yaramaz. Ortada duran şeye, rahat, biraz da gereğinden fazla yüksek bir konumdan bakmak, bakanı anlamaya götürmez.

O halde, bu serginin yolu üzerindeki bazı kelimeleri, hem de ortaya geliş sıralarıyla biraz daha belirgin kılmak, belki merak edene parola işlevi görebilir. Kaldı ki kelimenin kendisi de düpedüz bir parola değil mi?

Davet. En yalın halinde boşluğa yapılan bir çağrı. Bazen günü, saati, hatta çağrılanın adı, duada olduğu gibi, açıkça belirtilse de, davet aslında bir bekleyişin adı. Karanlıkta yakılan bir ışık. Sessizliğin ortasında bir çığlık. Kalbin kendini apansız ortaya koyması.

Ali’ye, yıllarca aradan sonra kameranı yeniden bir şeye doğrultsan dediğimizde, önce “Haydarpaşa Garı’nın oradaki balon” cevabını verdi. Ama balonun yüksekliği artık bir yer olarak hayatımızdan çıkmaya hükümlü garı görmeye yetmiyordu. Gar, belki yeni haliyle ve hatta muhtemelen eski adını da koruyarak yeni türden bir mekân olarak yeniden “yapılır”. Lâkin Haydarpaşa Garı bu ikinci hayatında bir “yer” olmaktan çıkacak. Yer yapılamaz, yer “olur”.

Ali’nin ikinci tercihi Koço oldu. Hiçbir ek açıklama yapmaksızın. Uzaktaki ışığı iğne deliğinden gördü. Aklına yapılan davete karşılıksız uydu ve yeni bir davet çıkardı. Ne Koço’ya, oradaki bir ayrıntıya dair bir şey dedi, ne de bu işe katılsın istediği bir fotoğrafçının adını andı. Açık davete açık davetle geldi.

Ziyafet. Bekleyenin, davet sahibinin hazırladığı. Misafirperverlikle aynı evde oturuyor. Kalbin açılabildiği kadar cömert. Sefere çıkana, yolcuya açık kalple sunulan her şey ziyafet. İçinde yemek olmasa, tek ekmeğin paylaşılması olsa da ziyafet, gelene açılıveren bir sofra. Aralık kapının ardına kadar açılması, uzaktaki ışığın yakın aydınlığı.

Ali’nin davetine tereddütsüz evet dediler. Hem de ellerinde birer fotoğrafla ziyafetine katıldılar. Ali’nin hiç düşünmeden yaptığı çağrı sonunda hepimiz için bir şölene döndü.

Ama burada bitmiyor. Bu serginin oluşu(mu) başka parolaları, bir türlü peşimizi bırakmayan insanın derin vadilerine dair muammayı capcanlı tutmaya yetiyor.

Gözler. Onlarla dünyaya dair ne yapılabilir? Alışkanlıkla her şey ya da çok şey demek mümkün. Gülünebilir, ağlanabilir, söylenebilir onlarla . Pekalâ kelimeler de yapılabilir. Onlarca insana meram anlatılabilir. Tonlarla kelimeyle. Biri “kalem tutar”yazar ha yazarken, diğeri el sıkmaya, karşılamaya, bir kapak hareketiyle güzel şeyleri karşılamaya durur. Hakkında bilinenleri unutturur, iki tek göz bir koca beden olur .

Beyin. En vurgun yemiş haliyle yaralarını yalayarak sağa sola buyruklar yollayan. En çok bilindiği, “çözüldüğü” sanılan anda en yabancı. Bütün metaforları üzerinden attıktan sonra bile çıplak kalmayan o mikrokozmos, akılla ruhun gel-gitine dayanan gri kale. Ebedi bilinmeyen.

Hayaller. Görülüp bilinenlerle kurulup yapılanların zamansız ve kırılgan dansı. Hiçbir kurmacaya/yanılsamaya geçemeyen, ayık anların tahammül sınırlarının berisinde kalmasını sağlayan senaryo. İlk andan sonuncusuna dek bir gönül sermayesi. Şeylerle bağımız iyice zayıfladığında dahi, hayaller durdukları yerde belki de en çılgın gösterilerini yapıyor ve kendi eserini seyre dalan kifayetsiz kurgucu-seyirci koltuğuna oturtuyorlar bizi.

Hasret. Yokluğun duyularını bozulmadan taşıyan. Onca zaman, boşluğu doldurmadan, yokluğu gidermeden üstünün örtülmeden kalmasını mümkün kılan o yoğun, yırtılmaz tül. Tüm iç vaktin değişmez eşlikçisi.

Eller. Şeylerin mesafeli duruşunda, aklın tüm diğer gerçek çocukları kendilerine içaçıcı bir oyun alanı bulabiliyorsa eğer, eller saygı ve tevekkülle toprağa dönük durabilir.

...

Milli Reasürans Art Gallery

Click on an image to view it in the image viewer

This software was installed and implemented by Devinim Software Training Consulting using Koha.